SHAHZADEH N. İGUAL İLE İRAN'DA RAMAZAN AYI
Ramazan ayına özel değerli bir yazar ile röportaj yapalım istedik. Shahzadeh Hanım, eserleriyle İran’ın gerçeği ve güzelliklerini açığa çıkarma niyetinde. Doğduğu ülkeyi romanlarında Türkçe kaleme alan ve okuyucularını yazdıklarıyla İran’da gezintiye çıkaran Shahzadeh N. İgual, Türk Yazarlar Sendikası’nın da üyesidir

1.İran sosyolojisiyle İran’ı anlatıyorsunuz romanlarınızda. Peki, bizim için bahsedebilir misiniz, İran’da ramazan nasıl geçiyor?
Aslında İran’da da bazı şeyler hep aynı. Uzun yıllardır, iftardan önce hep aynı dua okunur ve hemen ardından radyo ve televizyonlarda aynı ezan yayınlanır. Bu söylediğim sahur için de geçerli. Ben bunu kendi çocukluğumdan hatırlıyorum, annem de kendi gençliğinden hatırlıyordu. Bu ezan zaten İran’ın milli mirasları arasında yerini almıştır. Önemli bir şahıs tarafından okunan bir ezandır bu.
2.Türkiye’de “nerede eski ramazanlar” diye bir deyim vardır. Aynısı da İran için geçerli mi?
Tabii ki zaman içerisinde pek çok alışkanlık, gelenek görenek biraz değişiklik gösterir. Mesela Türkiye’de “Nerede o eski ramazanlar?” diyoruz. İran’da bu soru çok sorulmasa da, sanki dünyanın değişmesi biraz da artık insanların galelerinin çok olması, hayat mücadelelerinin eskilere nazaran daha yorucu olması bazı değişikliklere sebebiyet veriyor. Ama genel olarak; temelde İran’da ramazan aynı. Yine fırınlardan alınan ekmekler, aile büyüklerine iftar yemeklerine gitmeler, sahurda bir araya gelip toplanmalar devam ediyor.
3.Türkiye’nin ve İran’ın Sahur ve iftar alışkanlıkları farklılık gösteriyor mu?
Evet, iki ülkedeki sahur ve iftar alışkanlıkları arasında farklılıklar var. Tabii ki damak tatları veya alışkanlıklarından ileri geliyor.
Türkiye’de iftarlar daha ağır olur; çorbadan sonra ana yemekler gelir, 40 çeşidin dizildiği masalar olur. Sahur da hafif geçer ama İran’da tam tersi: Sahurda sıcak yemek yenir. Daha çok pilav ve et tercih edilir. Muhakkak hurma ve çay tüketilir yemekten sonra ve iftar için tercih ise daha hafif yemeklerdir.
Eğer bir misafirlik söz konusuysa, bir iftar daveti ise yine hafif yemekten bir iki saat sonra ana yemek servis edilir. Tabi bu durum Ramazanın denk geldiği döneme göre de değişiklik gösterebilir. Her sene on gün geri giden bu mübarek ayda yediklerimiz yaza denk geldiği zaman farklı, kışa denk geldiği zaman farklı oluyor tabi.
Ailemle Türkiye geldiğimiz ilk yıllarda bu duruma alışamamıştık ama zaman içerisinde alışkanlıklarınız yaşadığınız coğrafyaya göre farklılıklar gösterebiliyor. Ben de Türkiye’deki bu düzene alıştım. Fakat İran’da hala vaziyet aynı.
4.Ramazan bayramında İran’da sosyal çevre nasıl oluyor? Tatil nasıl değerlendiriliyor?
İran’da dini bayramlarda yani Ramazan ve Kurban bayramlarında sadece bir gün tatil olur. İran’da o bir günlük tatilde de genellikle büyüklerin ziyaretine gidilir. Son bir buçuk yıldaki kısıtlamaları saymazsak (pandemi nedeniyle) bu gelenekte hala devam ediyor.
5.İran Edebiyatının güçlü olduğunu hepimiz biliyoruz. İslamiyet sonrası İran Edebiyatında Ramazanın eserlerde nasıl yer aldığından bahsedebilir misiniz?
İslamiyet sonrası İran Klasik Edebiyatında, irfanda ve gazellerde şiirlerde elbette ki İslami terimlerde kelamlar yer almıştır. Sahur, iftar ve oruç da bu lügatlar arasında. Bu sözcüklerin içinde yer aldığı eserler çokça var.Kimi zaman belki de bir gönül orucu anlatılırken, bazen de sahur bir uyanışı betimlerken, iftar vuslatı izah eder ve oruç kimi zaman ayrılıklardan söz eder.
İran Edebiyatında aynı zamanda bayramlar bazen kavuşmanın habercisidir. Mesela Fıtır Bayramı yani Şeker Bayramının geçtiği çokça beyit vardır İran Klasik Dönem eserlerinde. Bu beyitler güzel ve ferah günlerin müjdeleyicisi olmakla birlikte kimi zaman da bir kavuşmayı anlatır. İran Edebiyatının en gür ve en önemli eserlerinin verildiği dönem İslamiyet sonrası dönemidir. Buna örnek olarak Rûmi, Şems Tebrizi, Hafız-ı Şirazi, Saa'di Şirazi, Ferîdüddin Attâr Nişabûri gibi kıymetli isimler verilebilir.
6.Son olarak, bizimle bir Ramazan anınızı paylaşabilir misiniz?
Benim eserlerimi okuyanlar dede evimdeki anılarımı iyi bilirler. Özellikle ilk iki romanımda çokça hadise anlattığım, betimlediğim yerdir dede evim yani anneanne evim. Dedemlerdeydik. Savaş yıllarıydı ve babam cephedeydi. Ben beş yaşlarındaydım sanırım. Ramazan ayıydı ve annemle bir iki haftamızı dedemlerin evinde geçirmeye karar vermiştik. Beni sahura kaldırmıyorlar, bana oruç tutturmuyorlardı. Evde dedem dahil iki üç kişi oruç tutardı. Dedem sahur için çalar saatini kurup başucuna koyardı. Nasıl olduysa o gece herkes uyuduktan sonra, dedemlerin yatak odasına gidip başucundan çalar saatini aldım.
Kimse uyanmadı ve ben de yattığım odaya geri geldim. Biraz kurcaladım saati. Ne yaptığımı hatırlamıyorum ama alarmı kapatmış olmalıyım. Çünkü kimse sahura kalkamamıştı…
Ne ben büyüklerimle oruç tutabilmiştim ne de onların sahura uyanmasına izin vermiştim. Çok kızmıştı tabii annem o zaman bana. Üzülmüştüm çünkü herkes benim yüzümden sahurda bir şeyler yiyemeden oruç tutmak zorunda kalmıştı.
Dedeme düşkündüm, en çok da onun aç kalmasına kahrolmuştum. Bu olay da benim için bir ders niteliğindeydi tabii. “Bir daha sakın böyle bir hata yapma, Shahzadeh.” diye kendi kendimi tembihlemiştim.
Tabii yıllar sonra bu anımız anlatılıp gülündü. Bu benim Ramazan ile ilgili içimi hem buran hem de yüzüme tebessüm konduran hatıramdır.
Röportaj: Simge GÜNER






SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!